Bipolar Bozukluk

İçindekiler

Bipolar Bozukluk Nedir?

 

Birçok doğa olayı ruhsal süreçlere benzetilir; mutluysanız ruhunuzda çiçekler açmış, hüzünlüyseniz göz yaşlarınız yağmur olmuştur ya da tam tersi doğaya da ruhsal tanılar yüklenebilir; depresif havalar deyiminde olduğu gibi. Peki ya deprem ruhsallıkta neye benzer? Elbette zeminde yaşanan büyük bir sarsıntı nasıl sonuçlara yol açıyorsa, yaşanan ruhsal bir sarsıntı da bir takım önemli sonuçlar doğurmaktadır. Bipolar Bozukluk-I tanı kriterlerinden biri olan ve fay hattına benzettiğim manik atak hastada birtakım bilişsel yıkımlara neden olur. Gerçeklikten uzaklaşan hasta o esnada çevresinde bulunan kişilerin de dikkatini çekmeye başlar. Artarak devam eden bu durumun ağırlaştığı tablolarda kişiyi hastane yatışları ve yoğun bir tedavi süreci beklemektedir ki eğer devam eden bir çalışma hayatı varsa iyileşme gerçekleşene kadar askıya alınır.

Bipolar Bozukluk toplumda oldukça yaygın görünmesine rağmen bir o kadar gizlenen aynı zamanda birtakım olumsuz mitlerle anılan bir ruhsal zorlanma olarak yorumlanabilir. Özellikle yoğun geçen atak dönemlerinin ardından Bipolar Bozukluk tanısı alan kişilerin kaldıkları yerden hayatlarına devam edebilmeleri birçok açıdan fazladan çaba gerektirmektedir. Bu çabanın farkında olan ya da olmayan, hastalığa uzak ya da yakın çevrelerin Bipolar Bozuklukla ilgili toplum nezdinde bilgilenmelerinin oldukça önemli olduğunu fark ederek bu alanda çalışmaya başladım.

Diğer tüm ciddi ruh sağlığı sorunlarında olduğu gibi bipolar bozuklukta ilaç tedavisi dışında işlevsellik alanlarının arttırılmasına yönelik birtakım özel tedavi ve destek mekanizmalarına ihtiyaç duyar. Hastalığı yaşayan kişiler ve ailelerini önemli ölçüde etkileyen bir sağlık durumunun tedavisi ise sağlık kurumları ile birlikte kamusal alanda özellikle iş hayatının desteğini gerekli kılmaktadır. Bu desteğin gerekliliğinin en önemli sebebi ise hastalığa rağmen normal yaşamda sıkıntı çekmeyen bir kişinin iş ve aile yaşamında desteklenmedikçe ataklarının tekrar ediyor olması durumudur.

Bipolar bozuklukta iyileşme bir son değil, yaşam boyu devam eden bir süreçtir. Bu doğrultuda iş yaşamının tedavide ki gücünü fark eden Galen (129-216) ‘İş kişinin doktorudur’ cümlesi ile ruh sağlığı alanında işlevselliğin ne denli güçlü olduğunu yüzlerce yıl öncesinde ifade etmiştir.

Gerçeği değerlendirme yetisinin ortadan kaybolduğu ‘manik atak’ döneminden sonra insan ruhunun muazzam bir biçimde iyileşmeye evrilebileceğini gösteren bir ruh sağlığı hastalığı tanısıdır bipolar bozukluk. Bipolar bozukluğun belirleyici tanı kriterlerinden biri olan manik atak; ruhsal ve bedensel enerji miktarının artışı, bazı durumlarda uykunun ortadan kalkması, kilo kaybı, dikkat ve bilişsel fonksiyonlarda azalma, bireyin gerçek olmayan birtakım düşüncelere kapılması ile tanımlanabilmektedir (Jlyha ve ark., 2016). Mani, depresyonun tam tersi bir görüntü çizse de her iki durumun da bireyi işlevsellik alanlarından uzaklaştırması kaçınılmazdır. Örneğin; mani sebebiyle gerçeklikten uzaklaşan birey, depresyon sebebiyle yataktan kalkamayacak kadar hayattan kopabilir. İnsan ruhsallığında ki bu çarpıcı iniş çıkışlar ve de geri dönüşler çoğu uzmana konu ile ilgili özel çalışma isteği uyandırmış, bilimsel alanın haricinde sanatsal alanda da birçok sanatçı ve esere ilham sağlamıştır.

Tarihçe ile ilgili ilk kuramsal bilgiler milattan sonra birinci yüzyılda gelmeye başlamış, yaklaşık yüz yıl kadar önce alman psikiyatrist Emile Kreapelin tarafından şizofreniden farklı bir hastalık olarak ‘manik-depresif’ ifadesi ile tanımlanmıştır. ‘Bipolar’ kelime kökeni olarak latince’ de çift kutup(lu) anlamında iken terimi 1950’ li yıllarda ilk kez ortaya atan ise yine alman psikiyatristlerden Karl Leonhard’ dır (Mason ve ark., 2016). Öncesinde manik-depresif bir hastalık olarak tanımlanırken sonrasında bipolar olarak değiştirilmesinin temelinde bipolar bozukluk türlerinin psikiyatrik sınıflandırma sisteminde yer almasının yanında, toplumda manik-depresif tanımının damgalayıcı etkisinin azaltılmaya çalışılması da dikkati çekmektedir. Bu açıdan özellikle toplumsal bağlamda tanıyı alan hastaların temelde yaşadığı iki ayrı sorunsal gündeme gelmektedir: Tanı öncesinde yer alan biyolojik ve sonrasında karşılaşılan sosyolojik etkenlerin ruh sağlığı üzerindeki etkisi.

İş Yaşamı Açısından Bipolar Bozukluk

“İyileşme bir süreç, bir yaşam şekli, bir tutum, günün zorluklarına karşı bir yaklaşımdır. Mükemmel, doğrusal bir süreç değildir. Zaman zaman yolumuzda zikzak çizer, bocalar, geriye çekiliriz, kendimizi toplar ve baştan başlarız... Burada başarılması gereken, kişinin yeti yitiminin getirdiği zorluklarla baş etmesi, yeti yitiminin koyduğu sınırların dahilinde ve ötesinde yeni ve değer verilen bir bütünlük ve amacın tekrar oluşturulması; kişinin önemli katkılar sağladığı bir toplumda yaşama, çalışma ve sevme azmini oluşturabilmesidir” (Deegan, 1988).

Her yıl 30 Mart dünyada bipolar bozukluğun çeşitli ülkelerde anlatılmaya ve anlaşılmaya çalışıldığı bir gün olarak bilinmektedir. 30 Mart’ ın bir diğer önemi ise bipolar denilince akla gelen ilk isimlerden biri olan Van Gogh’ un doğum günü olmasıdır ki nitekim kendisi de işi ve hastalığı ile ilgili deneyimini anlamlı bir biçimde özetlemiştir: ‘Kalbimi ve ruhumu işime kattım, bunu yaparken de aklımı kaybettim.’

Son yıllarda bipolar bozukluk tanısı alan bireylerin işlevselliğinde iyileşmenin sağlanması, tedavide başlıca hedeflerden biri olarak görülmektedir. Temel işlevsellik alanlarından biri olan mesleki işlevsellik, bireyin sahip olduğu mesleği veya yaptığı işi etkin biçimde yapabilmesi, yetki ve sorumluluklarını yerine getirebilmesi ve iş ortamında birlikte çalıştığı kişilerle uyumlu bir ilişki kurabilmesi olarak tanımlanabilir (Frank ve ark., 2008). İşlevsellik alanlarından biri olan iş yaşamı, bireylerin ekonomik ve sosyal ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri, tedavilerini sürdürebilmeleri ve toplumsal damgalanma ile başa çıkabilmeleri açısından oldukça önemlidir.

Atak dönemleri bipolar bozukluğu tanısı alan ve çalışan bireylerin iş yerlerinden uzun süre ayrı kalmasına sebep olabilmektedir. Mani ve depresyon atakları sonrasında remisyonda takibi yapılan hastaların ilaç tedavileri sürerken işlevsellik alanlarında düşüşlerinin devam etmesi ise farklı müdahalelerin gerekliliğini ortaya çıkarmıştır. İşlevsellik alanlarının (aile hayatı, iş ve sosyal ilişkiler…vb.) verimliliğini arttırmaya yönelik çalışmalarda bipolar bozukluk tanısı alan bireylerin damgalanma ve nörobilişsel bozulmalar ile birlikte kişiler arası ilişkilerde ve sosyal hayata adapte olmada zorlandığı anlaşılmıştır (Zarate ve ark., 2000).

Kuşkusuz bipolar bozukluğa dışarıdan bakmak; bununla ilgili çalışmak ve üretmek bir yana, tanıyı alarak içeriden bu durumu yaşayan bireyler açısından süreç elbette kolay değildir. Bir spektrum olarak değerlendirildiğinde son yıllardaki yaygınlığının %5, iki yıl içinde tekrarlama oranının ise %60 olduğu düşünüldüğünde sosyal ve ekonomik olarak yarattığı hasar dikkate değerdir (Yeloğlu, 2017). Dünyada 60 milyon, ülkemizde70 kişiden birinde görüldüğü öne sürülen bu bozukluk, ülkemizde iki milyon civarı kişide görülmektedir ki çalışma yaşında olan bipolar bozukluk tanılı kişilerin iş yaşamından uzaklaşması hem hastalığın seyrine olumsuz etki etmekte hem de iş gücü kaybı yaratarak ülke ekonomisine zarar vermektedir (Oral ve ark., 2007). Öyle ki bipolar bozukluğun iş yaşamına olan yıkıcı etkisini inceleyen erken dönem araştırmalar, bipolar bozukluk tanısı alan kişilerin iş yaşamından ayrılmaları ile meydana gelen ekonomik kaybın yalnızca Amerika için yaklaşık 45 milyon dolar olduğuna işaret ederek konunun önemini vurgulamıştır (Wyatt ve Henter, 1995). Kişilerin iş yaşamında zorlandığı temel noktalar aşağıda belirtilmiştir.

Türkiye

0,92%

Avrupa

1,6%

ABD

4,4%

Bipolar Bozukluğun Toplumda Yaygınlık Oranları

İş Yaşamında En sık Rastlanılan Zorluklar:

  • Hastalığı açıklamak,
  • Damgalanma,
  • Uyku (Geç saatlere kadar çalışmak zorunda kalmak, sabah erken uyanamamak),
  • Dikkat (Çoğu hasta konsantre olmakta ve dikkati sürdürmekte zorlanıyor),
  • İş stresi ile baş etmede zorluk,
  • Kişilerarası ilişkileri yönetememe,
  • İçsel duygu regülasyonunu sağlayamama.

 

Tedavi sürecini zorlaştıran sosyolojik nedenler arasında belki de en önemli başlık ruh sağlığı alanındaki literatürde sıkça yer alan ‘damgalanma’ durumunun hasta üzerinde yarattığı baskı anlamında düşünülebilir. Damgalanma kısaca kişinin hastalığı, bedensel ya da kültürel durumundan ötürü kusurlu, toplum tarafından yetersiz olarak değerlendirilerek olumsuz bir bakış açısıyla görülmesidir. Bu anlamda damgalanma süreci sadece dışarıdan gelen bir takım negatif etkiler gibi görünse de genellikle hastalığı yaşayan kişinin kendi içsel muhakemesinde de yaşanabilir ve sonucunda da çatışmalı bir benlik algısına yol açar. İçselleştirilmiş damgalanma kişinin toplumdan uzaklaşmasına ve sosyal hayata karşı yabancılık hissine neden olarak beraberinde birçok problemi de birlikte getirir. Damgalanmanın bir tür sonucu olarak ele alınan içselleştirilmiş damgalanma, kişinin çoğu zaman farkında olmaksızın hastalığı hakkında kendine yüklenmesi, değersizlik hissi içerisinde bir nevi sürüklenerek yoluna devam etmeye çalışırken diğer taraftan ise kendini suçlaması olarak açıklanabilir. Depresif bir atağı tetikleyebilecek kadar etkili olduğu durumlarda ruh sağlığı alanında çalışan uzmanlar tarafından ayrıca ele alınarak tedavi hedefleri arasında gösterilmektedir. Tedavi edilmeyen içselleştirilmiş damgalanmanın ise iyileşmeyi engellediği bilinmektedir (Watson ve ark., 2007).

Bipolar bozukluk, iş kaybının yaşandığı günler değerlendirildiğinde ikinci sırada bulunurken işi engelleyici durumlar göz önüne alındığında ise en sık rastlanan beş neden arasında gösterilmiştir. Engelleyici durumlar arasında yer alan uzun süreli işsizlik ve işe gelmeme düşük iş performansı ile bağlantılı bulunmuştur (Dean ve Gerner, 2004). Semptomlar ve yan etkileri açısından bipolar bozukluk grubundaki hastalarda sürecin çalışma ortamını zorlaştırıcı, mesleki işlevsellikte bozulmalara giden bir seyri olduğu göze çarpmaktadır.

Nörobilişsel bozulmalar bipolar bozukluğun remisyon döneminde dahi yaygın olarak görülmektedir. Bu alanda yakın zamanda yapılmış olan bir meta-analiz çalışmasında mesleki işlevsellik ve nörobilişsel faktörler arasındaki ilişkinin araştırıldığı yirmi makale incelenmiştir. Elde edilen veriler ışığında nörobilişsel bozulma, azalan mesleki işlevsellik ile ilişkili bulunmuştur.  Mesleki işlevsellikteki düşüşe yönelik özellikle etkili olduğu görünen bilişsel etki alanları ise yürütme işlevi, sözel bellek, işlem hızı ve dikkat olarak tanımlanmıştır. İş yaşamının temel gereksinimlerinden biri olan hafıza ve dikkat alanlarını hedef alan müdahalelerin mesleki işlevselliğin iyileştirilmesine destek olabileceği de araştırmacılarının önerileri arasındadır. Bilişsel müdahalelerin ilk olarak şizofreni hastalarına uygulandıktan sonra genel olarak işlevsellik alanlarını arttırdığını gören araştırmacılar, benzer çalışmaların bipolar bozukluk üzerinde de etkili olabileceğini ileri sürmüşlerdir (Duarte ve ark., 2016).

Zihinselleştirme (Sosyal Biliş) Etkisi

İş yaşamı, ya da ruh sağlığı alanında yaygın olarak kullanılan bir diğer ifadesi ile mesleki işlevselliğin önemli belirleyicilerinden birisi de sosyal biliştir. İlgili literatürde sosyal biliş olarak da adlandırılan zihinselleştirme (mentalizasyon); ihtiyaçlar, arzular, duygular, inançlar, amaçlar, gerçekler gibi insan davranışlarının altında yatan temel içsel gereksinimleri algılayarak zihinsel bir aktiviteyle adlandırma ve dışarıdan gözlemlenen bu sürece şekil vermek olarak tanımlanmaktadır. 

Zihinselleştirme, daha çok kişinin kendisi ve diğerleri ile olan ilişkisindeki zihinsel süreçleri temsil eder. ‘Zihinselleştirme’ kelimesi köken olarak zihin kelimesinden türemiştir. 1970-1975’li yıllarda ortaya çıkan ‘zihinselleştirme’ kavramı bireyin ruhsal tasarımlarının kalitesi ve niceliği ile birlikte ele alınmıştır (Penn ve ark., 2005).